Gün aymaya başlar. Sokaklarda telaşlı ayak sesleri. Araçlara binilir, marşa basılır, motor başlasın gün der. Otobüsler, metrolar, servis araçları, dökülür yollara emekçiler. Ben ekmek falan istemiyorum der ağlamalı sesle küçük çocuk; gidişini ekmek parası için diye açıklayan annesine. Otuz yıl önce Sıla’nın bana dediği gibi. Çocuğunun kokusuna hasret, doyamadan kucağındaki sıcağına yollara dökülen anneler, babalar. Neden? Ekmek parası, ev taksidi, geçim meselesi, çocukların geleceği. İnsanlar dağılır şehrin dört bir yanına, çarklar çalışır bir yanda hayat bir yanda emek. Aslanın ağzında ekmek. Elbette çalışmak üretmek kutsaldır, insan gibi, emeğin hakkı gibi. Bir çocuğun güven içinde büyümesi, yaşam hakkı gibi. Ancak emek kadar kutsal olan insan ve insanın yaşam hakkı. Ona ne demeli? İş güvenliğinin korunması, çalışma ortamlarındaki risk faktörlerinin sıfırlanması , o konuda ne durumdayız? Önlenebilir ölümlerden yitip giden hayatları kaderle açıklamak günümüz teknolojisine, bilimine ne kadar uyuyor? Kazala yaşayan bir toplum olmaktan kurtulmak için daha kaç can yitip gidecek? Gün güneşe kavuşurken, alacasında akşam saatlerinin ne kadarı dönebilecek evine yorgun emekçilerin? Mesele insanlık meselesi; insafa bırakmaya gelmiyor; çünkü o biteli çok oldu.