Balkondayız.
Şehir akıp gidiyor biz kuş bakışı izliyoruz.
Sesler birbirine karışıyor pssssttt, körüklü otobüs, yarış halinde egzoz uğultuları, telaşlı kornaların eşliğinde. Bir gözümüz akan trafiğe rağmen üst geçidi kullanmamakta direnen ve adeta ölümle dans eden gözü kara çoğunlukta.
Aksiyon, gerilimde oscara aday sahneler. Balkonda biz gülüyoruz. Taktın bu sayılara diyor Zekiye. Haksız da sayılmaz. Geleli beş gün oldu ile başlayan, nasıl geçti elli beş yılla finale gelen bir geyik muhabbeti. Derdimiz o değil tabiki, maksat muhabbet olsun. Geçen yıllara, kat edilen yollara inat içimizde zıplayan çocukluğun muzipliği ve inatçı var olma mücadelemizin tezahürü. İkimiz de gerçekten oradayız, öylesine mış gibi yapmaksızın tam dahi. Edip Cansever’in dediği gibi “En uzak yer varamadığın varamayacağın yer değildir. En uzak yer senin ardında bıraktığın; bir daha dönemeyeceğin dönsen de bulamayacağın yerdir. “İşte tam da bulunduğumuz noktada bulunduğumuz yerde belkide bunun bilinciyle ardımızda bıraktıklarımıza değil de bize kattıkları bilgelikle sarılıyoruz bu ana. Dünyanın binlerce derdi varmış; olabilir. İklim değişiyormuş; bizim havamız iyi olsun. İhtiyar saçmalıyormuş; gençler akıllı olsun. Virüs olanca arsızlığıyla ilerliyormuş; antikorumuz bol olsun. Kısacası birer, ikişer, üçer, beşer topu da gelse gamın, kasvetin bir kahkahalık canı var. Çok da umursamadan dört elle sarılmak lazım hayata. Çünkü her şey değişebilir. Milyonlarca yıl var olmuş bu dünyada milyarlarca insan ve insani durumlar. Aman diyeyim yanlış anlaşılmasın sorumluluk almadan, umursamaz bir hayata övgü değil bu bahsettiğim. Tabi ki de sorumluluklarımız, toplumsal yükümlülüklerimiz ve insani görevlerimiz var ve bunlardan kaçmak, yok saymak değil kastettiğim. Oturup ağlamak, sızlanmak ve bir suçlu aramakla da çözüm bulunmuyor. Önce sakin olup anlamak ve deniz yıldızı hikâyesindeki gibi bir yerden başlamak; normal sıradan bir rutin gibi bilinçli yaşamak lazım, kendimizi ve gülmeyi unutmadan. Her şeyin başının ruh sağlığımızı ve duru görüşümüzü korumak gerektiğinin farkındalığıyla devam etmek yola. Son zamanlarda çok hoşuma giden bir cümle: “Psikiyatrist gibi konuşup; hasta gibi yaşamak” Küresel ve yerel birçok tehdidin var olduğu günümüzde aksini başarmak zor olsa da imkânsız değil. Unutmayalım milyonlarca yıl, milyarlarca insan bunu başarmışsa çok da abartmamak gerekir. Bu hayat bizim o zaman sahip çıkalım. Mesela aşı meselesi. Aşı ile ilgili kişisel tercihlere saygım var elbette onlar da inandıkları bir durumda hayatlarına sahip çıkıyorlar. Ben de aynı amaçla iki artı iki dört doz aşımı oldum. Çin, Alman tamam Rus aşısını bekliyorum. Hangimiz haklı tarih gösterecek. Benim tek temennim seçimlerimizden ve seçimlerinizden kimse zarar görmeden şu musibetten kurtulmak. Öyleyse aşı olmuyorsan çevreni ve kendini koru demekten başka bir şey söylemeye yetkim ve haddim yok. Kişisel özgürlüklerimizin; toplumsal sorumluluklarımızın önüne geçmediği; Toplumsal psikolojinin birey hak ve özgürlüklerini sınırlamadığı, demokratik, sağlıklı bir hayatı hepimiz hak ediyoruz. Balkon sefasından nerelere geldik değil mi? Sonuçta içinde yaşadığımız hayata karşı duyarsız kalamıyoruz, hele ki her gün bir büyük uçak düşmüş gibi yüzlerce can yitip giderken üstelik önlenebilecek ölümler sebebiyle. Hayat akıp gidiyor, sesler birbirine karışıyor. Sadece bakanlar, ortama akanlar hep beraber oradayız. Her şeye rağmen bir mücadeleyse yaşamak hepimiz sahadayız.