İnsan doğar, büyür, ölür. Peki sadece nefes alıyor olmak, temel ihtiyaçlarını karşılamak, üremek yaşadım demek için yeterli midir? İnsan ömrü tek kullanımlık bir hak mıdır? Reenkarnosyoncuların savunduğu bir tekamül sürecinin hatırladığımız kısmı mıdır? Gerçekten yaşadım diyebilmek için gerekli olan nedir? Sahi bir ömüre kaç hayat sığar? İçinde bulunduğumuz dönemi sonsuz sayma yanılgısına kapıldığımız zamanlarda bunları hiç düşünmeyiz. O okul hiç bitmeyecek, o çocuk hiç büyümeyecek, her şey sabit kalacak gibi hissederiz. Öyleymiş gibi de davranırız. En acısı da içinde bulunduğumuz zamanın hakkını vermek yerine sonsuzmuş gibi hoyratça harcarız onu. Kıymet bilmeyiz. Hiç bitmeyecek sandığımız sıkıntılar da; asla bitmez dediğimiz sevinçler de güneşi görmüş kar gibi erir giderler. Geçmişin anları zamanın değirmeninde yaşanmamış gibi etkisini yitiriverir. Olması gereken olur, yaşanması gereken yaşanır. Bir ağacın her yıl yaprak dökmesi gibi görevini tamamlayan gider. Bütün bunların bir anlamı olmalı. Sebepsiz gelip, sebepsiz gitmiyordur elbette hiç kimse ve boşa değildir yaşananlar. Esse de bir deli rüzgâr, kopsa da kıyamet elbette sükuta ulaşır her melanet. Sonuçta sağlam kökler, güçlü gövde ve dallar kalır; onlardan yeniden yeşerir hayat. Kaç bahar göreceğini, kaç kışa direneceğini bilmeden mevsiminde verdiği meyvelerin çekirdeklerinden kaç fidan yetişeceğini kestiremeden hükmünü sürer hayat ağacı. Bir ömre kaç mevsim sığar bilemem ama, asıl olan kalır; aile gibi, gerçek dostlar gibi, emekle bırakılmış eserler gibi. Çünkü sağlam kökleri hiç bir rüzgar sökemez. Şimdi yeni bir döngüsündeyiz zamanın. Baharı müjdeliyor takvim yaprakları. Bir Nevruz sabahı umuda açıyoruz yüreklerimizi. Birlikle, dirlikle, kardeşlikle. Asıl olan o saf temiz sevgiyle …