Bazen dingin bir limanda, bazen fırtınalı bir denizde geçip gidiyor ömrümüz. Yelken de bizim, çapa da. Demir atan da biziz, demir alan da o limandan. Yeter ki olsun bir rotamız ve elimizin altında dümenimiz. Her liman başka bir hayat her hayat yeni bir dünya; yeter ki ne istediğimizi bilelim. Böyle der bir kısmımız ve gerçekten de böyle yaşar hayatı. Bir kısmımız da daha sağlamcıdır, toprağa salar köklerini aynı zeminde bir ömür mevsimler geçer çiçekler açılır meyveye dönüşür, yapraklar dökülür. Hesapta hareket yoktur ancak mümkün müdür kaçmak o döngüden. Yelkeni şişiren rüzgâr dalları kırabilir nasıl ki alabora olma riski varsa kökleri de sökebilir kuvvetli bir hortum ve her yerde vurabilir bir yıldırım. İster denizde ister toprakta ol aslında aynıdır döngüsü hayatın ve sadece bir tanedir ömrümüz.
Bir ömre kaç hayat sığar? İçinde bulunduğumuz dönemi sonsuz sayma yanılgısına kapıldığımız zamanlar bunu hiç düşünmeyiz. O okul hiç bitmeyecek, o çocuk hiç büyümeyecek, hep aynı kalacakmışız gibi davranır anın hakkını vermek yerine sonsuzmuş gibi hoyratça harcarız zamanı. Kıymet bilmeyiz. Hiç bitmeyecek sandığımız sıkıntılarda; asla bitmez dediğimiz sevinçler de güneşi görmüş kar gibi erir gider, hiç olmamış, hiç yaşanmamış gibi etkisini yitiriverir. İyi ki de öyle olur. Olması gereken olur, yaşanması gereken yaşanır. Bir ağacın her yıl yaprak dökmesi gibi görevini tamamlayan gider. Sağlam kökler, güçlü gövde ve dallar kalır ve onlardan yeniden yeşerir hayat. Kaç bahar göreceğini, kaç kışa direneceğini bilmeden mevsiminde verdiği meyvelerin çekirdeklerinden kaç fidan yetişeceğini kestiremeden. Bir ömre kaç mevsim sığar bilemem ama asıl olan hakkını vermektir yaşadığının.