S.D.B: Öncelikle kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
Fethiye Düzgit: 1917 doğumluyum. Babam subaydı, görevi nedeniyle Sivas´ta doğdum. 3 sene sonra Tokat´a tayin olduk. Tokat´tan Erzincan´a geçiyoruz, çünkü babam Erzincan-Kemah´lı. Yazlık bir yer tutuyor, çok güzel bir bağ, her taraf yeşillik. O dönem 3-4 yaşlarındayım. Hatıralarımda hep bunlar var. Çok muazzam bir hayat yaşadık.
S.D.B: Kaç kardeştiniz?
Fethiye Düzgit: 5 kardeştik. En büyük bendim, bir tek ben hayattayım. Erzincan zelzelesi yaşamımızı alt üst etti. Erzincan´da Ciminli Baba diye bir şey geçer. O dönem Erzincan´da zelzele olacağını söylemiş. Hatırlarım her gün bize gelirdi. Mübarek bir adamdı.
S.D.B: Kurtuluş Savaşı yıllarına veya öncesine ait hatırladığınız bir şeyler var mı?
Fethiye Düzgit: Var. Anneannemi Ermeniler katletmiş Gümüşhane´de. Annem daha evlenmeden, 16 yaşında iken. Sonra babam da annemi çok sevmiş ve onu kaçırmış. Annemle babam, babam Gümüşhane´de görevli iken, tanışmışlar.
Bu esnada büyük oğul Seçkin Düzgit de lafa girdi: Dedem Mustafa Ergüncan. Ermeni Harekatında Doğu Cephesinde Kazım Karabekir´in komutasında topçu zabit. Muharebeler esnasında dedem dere boyuna inmiş abdest alacak ki, yaralı bir Rus zabitiyle karşılaşıyor. Yaralısın sana bakım yapalım diyor, o küfrediyor, dedeme ateş açıyor, dedem bakıyor ki iş sakat ve dedemin silahı da yok. Rus´un yanındaki kılıcı fark ediyor dedem. O kılıç şimdi bizde(diyor ve kılıcı bize gösteriyor) Dedem hendeğin yanında çaresiz bir şekilde gidiyor. Vuruyor boynunu kılıçla. Dedemde bu kılıç derin tesir bırakıyor. Sonra bu kılıcı hediye ediyorlar dedeme. Üzerinde Rus Çarının arması, subayın ismi bulunmakta. Doğu cephesinde isyanlar, Sarıkamış Harekatı var hep bu süreçte. Kurtuluş Savaşı bitiyor malulen gazi oluyor.
Küçük oğlu Erkin Düzgit de: 19 muharebeye girmiş dedem. Hayatı hep savaşla geçmiş.
M.B: Bu arada tekrar sizin yaşamınıza dönecek olursak İstanbul´a gidişiniz nasıl oldu?
Fethiye Düzgit: O dönem 19 yaşlarındayım. Erzincan´da tanışmıştık Salih Omurtak Paşa´nın kardeşiyle, o bizi İstanbul´a davet etmişti. Bize ev tahsis etti. İstanbul´u çok beğendik. İstanbul´da kalmaya karar verdik. O zaman İstanbul çok güzeldi, çok ucuzdu. Maalesef daha İstanbul´a yerleşmeden annem malları satmak için Erzincan´a gidiyor ve orada zelzeleye yakalanıyor. Yıl 1939. Bir duyduk ki Erzincan´da zelzele olmuş. Babam hemen kalktı gitti. Biz kıyametler koparıyor ki evde hepimiz ağlıyoruz. 4 kardeş meydanda kaldık.
Seçkin Düzgit: Ve bütün mal varlıkları sıfır oluyor bir anda. Bir gün geç olsa deprem anneannem trene binip gelecek. Eşyalar toplu. Ama Allah´ın işi deprem oluyor. Dedem anlatırdı, anneannemin bileklerinin kesik olduğunu söylerdi teşhise gittiğinde, bileziklerini falan almışlar. Para, pul her şey yağmalanmış.
Erkin Düzgit: Anneannemle beraber, kucakta olduğu için yanında götürdüğü en küçük çocuğu da zelzelede ölüyor.
Fethiye Düzgit: Ondan sonra iniş başladı hayatımızda. Altınlar yağma ediliyor. Eşyamız bile tren istasyonunda kalıyor.
S.D.B: Peki sonra ne yaptınız?
Fethiye Düzgit: Kiralık ev tuttuk. Elimizden geldiği kadar eşya düzdük. Getirdiğim çeyizlerden para edenleri sattık.
Seçkin Düzgit: Bu arada seferberlik ilan ediliyor. Dedemin maluliyetini kaldırıp tekrar askere alıyorlar da geliratları oluyor. Dedem malulen emekli olmuş ama daha maaş filan bağlanmamış. Dedem Erzincan´da müteahhitlik yapıyormuş. O dönem kanunlar farklıydı, tüm mal varlığını anneannemin üzerine yapıyor. İstanbul´a yerleşme kararını alınca çocuklarla ben kalayım, sen git bari hepsini sat gel diyor. Anneannemin malları sattığı günün gecesi deprem oluyor. Bunlar kalıyor bir baba dört çocuk, tığ teber şah merdan.
Fethiye Düzgit: Allah rahmet eylesin babam mükemmel, fevkalade bir adamdı. Bize hiçbir sıkıntı göstermeden büyük mücadele verdi.
M.B: 19 yaşında hayat mücadelesi başlamış sizin için? Bu arada eğitim durumunuz neydi?
Fethiye Düzgit: Ortaokul mezunuyum. İki sene de sanat okulu okudum(Enstitü)
M.B: Böylece bir meslekte kazandınız değil mi?
Seçkin Düzgit: Yokluk dönemine girince annem İstanbul-Beyoğlu´nda bir moda evinde çalışmaya başlıyor.
Erkin Düzgit: Müthiş bir terziydi annem.
Fethiye Düzgit: O yıllar teyzem başımızdaydı bir ara. 1 yıl kadar terziliğin ardından bir yakınımız aracılığıyla otelde house keeper işine girdim.
S.D.B: Atatürk´ü gördünüz mü peki yaşamınızda?
Fethiye Düzgit: Bir kere Beşiktaş´ta arkadaşlarımla gelirken Atatürk geliyor dediler. O da Sarıyer´e yemeğe gitmiş, araba ile geçiyordu. Biz kenara çekildik. Arabayı durdurdu, açtı kapısını, yanımıza geldi, elini öpmek istedik. Öptürmedi, tokalaştı ve gitti. Bir gün yine Dolmabahçe Sarayı önünde biz yürüyüş yaparken, bahçede rahat bir koltuğa oturmuş olarak parmaklıkların gerisinden gördük Atatürk´ü, O da görünce bize selam verdi. Artık biz mutluluktan bayıldık. Üçüncü olarak da ölümünde gittik. Üç tur attık katafalkın önünde. Muazzam bir törendi. Teknik Üniversitenin yanındaki duvara oturduk, töreni seyrettik. Bütün memleketlerin büyükleri gelmişti. Yalnız İnönüleri cenazede göremeyince çok üzüldük. Tüm dünya insanları oradaydı.
Söyleşi ortasında sürpriz olarak doğum günü pastası gelince günün anısına fotoğraflarını çekerken gülümsemesini istediğimizde: Erkin Düzgit: Annem ciddi bir insandır. 4 kardeşini de okutabildiği kadar okutmuş, evlendirmiş.
Annesini biraz dinlendirebilmek amacıyla İstanbul yıllarına dair hatırladıklarını anlatan Erkin Düzgit: Biz 5-6 yaşında biraz palazlanınca Beykoz günlerini hatırlıyorum. Ev eski İstanbul evi. Annem dahil 3 kız ve dayım vardı. Annemin küçüğü Pakize Teyzem Trabzon´a tayin olur, Sümerbank´ta çalışmaya başlar. Orada evlenir.
Dinlenmesini istemelerine rağmen Fethiye Teyze dayanamayarak yine söze girer:
Fethiye Düzgit: Babam dedi ki: gidin onu düğününde yalnız bırakmayın. Küçük kardeşim Perihan ile beraber düğününe gittik. Güzel bir düğün yaptık. Ben de düğünde kocamla karşılaştım.
Seçkin Düzgit: Dedem, halam olacak kişileri de davet etmiş düğüne, babam da o ara halamların yanında dolayısıyla O da geliyor düğüne. Babam annemi görüyor başlıyor kesmeye. Halamın büyük kızı var hala hayatta annenle arası iyi. O da düğünde, annem ona: Bu kim ya ne bakıp duruyor bana? O da dayım diyor. Bakış o bakış. Yıl 1941-42 gibi. 2 sene nişanlı kalmışlar. Askermiş, seferberlik var. Bir de babam seferberlikte git dedemin yanına asker ol. Yalnız dedem babamı çok severdi.
S.D.B: Evlendiğinizde yıl kaçtı?
Fethiye Düzgit: 1944 yılında İstanbul´da evlendik. Beşiktaş´ta ev tuttuk. Önce nikah, iki gün sonra da düğün oldu.
M.B: Peki evlendiğiniz dönemde hala otelde mi çalışıyordunuz?
Fethiye Düzgit: Yok, nişan olur olmaz işten çıktım. Otelde çalıştığım zaman İnönü, karısı ve oğlu da gelmişti. Yalova Termal Oteli´ydi. Atatürk´ün odası vardı. İçini bugünkü, gibi biliyorum. Karyolasının yanında düğmesi vardı. Bir şey istediğinde seslenmek için kullanırdı. Karyolasının üzerinde renkli çiçekli cibinlik vardı.
S.D.B: Biraz da annenizi sizden dinlersek neler anlatırsınız bizlere?
Seçkin Düzgit: O zaman siyah önlük giyilirdi, bize aldığı kumaşın aynısından alır, en az 10-15-20 tane daha önlük diker ve ilkokulun birinci günü gariplere dağıtırdı. Her okul açılışında mutlaka yapardı bunu. Menemen´e geldik süveter örüyor, hem de dandik yünlerden değil, eve ne alınırsa aynısından. 100´lerce örerdi. Çevreye verirdi ihtiyaç sahiplerine dağıtmaları için. 8 sene öncesine kadar aktif hayatın içindeydi. İnsan ilişkilerinde şans faktörü annem de biraz fazla.
Erkin Düzgit: Birçok resim çalışması da var annemin.
S.D.B: Asker olmayı siz mi istediniz yoksa babanıza mı özendiniz?
Seçkin Düzgit: Biz istedik, aslında öyle de yetiştik açıkçası. Kardeşimle aramız 22 ay. Dede, baba askerdi. Dedem bizi dizinin dibinin oturtur hep bir şeyler anlatırdı. Harp Okulu´nda 18 yaşında iken dedem öldü. Bize harp anılarını anlatırdı. Tabii bize anlatabileceklerini anlatırdı, hepsini değil. Bazı yerlerini çocuğuz diye geçiştirirdi. Bizde çocuğuz anlamıyoruz, dede anlat diye ısrar ederdik. Dolayısıyla askere meyilli yetiştik. İyiki de yetişmişim, gerek kayınvalidem gerekse de eşim asker severmiş. Eşimin babası da asker, Isparta Eğirdir Komando Okulu´nun kurucularından, İsviçre´de kursa gidiyor, popüler bir zabit, ne sigara ne kötü bir alışkanlık, 35-40 yaşlarında binbaşı iken kanserden ölüyor. Kayınpederimin vefatından sonra kayınvalidem tekrar öğretmenliğe başlıyor ve Beykoz´a tayini çıkıyor. Biz de o dönem aynı mahalledeyiz. Kadere bak, bir gün onların mahallesinden dalı ile erik çalmışız. Bir kız çıktı bahçe kapısının önüne. Versene bana biraz erik dedi. Yok dedim erik merik. Yürüdüm gittim. Tam merdivenlerin oraya doğru giderken ben ne yaptım dedim, ayıp ettim, vermek için döndüğümde bana terbiyesiz dedi. Evlendik, aşeriyor ve kış ortası erik istiyor. Allahın cezasına bak bana.
S.D.B: Peki İstanbul´dan Menemen´e nasıl geldiniz?
Fethiye Düzgit: İstanbul´da 50 yıl yaşadık. Çocukları büyüttük, okuttuk, evlendirdik. Ondan sonra en güzel zamanımızda kocam hastalandı, kalp oldu, hastanelerde yattı, kurtaramadık. 75 yılında 58 yaşında kaybettik. Seçkinler İzmir´e tayin olmuştu. Erkin de İzmir´de evlenmişti. Bu ara daha İstanbul´dayım. Misafir olarak gidip geliyorum onlara. Derken bunlar tutturdu İstanbul´dan gel bu tarafa diye.
Seçkin Düzgit: Bu esnada beyin kanaması geçirdi annem daha doğrusu. Allah´tan bir komşumuz ve o dalın uzmanı nöbetçi bir hekim hemen müdahale ediyor. Sonradan haberimiz oluyor. Hemen atlayıp gidiyorum ve: İstanbul maceran buraya kadar, artık tek başına kalamazsın, onurlu kadınsın sedyeyle gelme, bizim buraya gelme mümkünatımız yok dedim. Beykoz´da, yamaçta, boğaza nazır, çok güzel dubleks bir evdi. Mecbur satıldı. Önce İzmir maceramız var iki sene. Benim evim ayrı olacak, gelenim gidenim var benim dedi. Yine kader, o kira evinde yeğenim Melis´in nasibi çıktı. Neyse eşim Ayşe dedi ki, madem annem bizle oturacak hep bir yerde olalım dedi ve Erkin Menemen´de olduğu için orada ev bakmaya karar verdik. Erkin´den başka Menemen´le bağım yoktu. Bu evi beğendik aldık. Yıl 96.
S.D.B: Erkin abi Menemen´e ilk gelen sizsiniz öğrendiğimize göre, gelişiniz nasıl oldu?
Erkin Düzgit: Tuzla Piyade Okulu´ndan Menemen´e tayin oldum. Teğmen olarak kura çektim Kayseri Komando Okulu çıktı. Çok da seviyorum komando olmayı. Başka bir subay arkadaş becayiş yapmamızı istedi. Ne olursun diye ısrar etti. O da Kayseri de bir kızla nişanlı. Velhasıl gittik bir binbaşının karşınına, ben istemiyorum komutanım desem de, oğlum sen git İzmir´e dedi ve Menemen´e geliş o geliş. Eşim Beyhan ile tanışmam da, 27 Mayıs o zamanlar bayramdı, Belediyenin önü Hükümet Meydanında tören yapılırdı, konuşma yaptım, dönerken o vakit beyaz olan yazlık elbisem siyah dutlarla lekelendi. Bir de baktım bir kız dut topluyor, siz mi döktünüz, ama lekelediniz dedim, elimden kaydı, çıkartın temizleyiciye vereyim dedi. Bir şartla dedim bana bir tabak dut verin dedim. Bir göz göze geldik tamam, beynim döndü. O zaman 22-23 yaşındayım. O da gencecik kız. Nişanlandık ve iki sene sonra evlendik. Şarka gittik emekliliğe doğru Menemen´e geldik. Eşim köklü Menemenlidir. Geliş o geliş.
S.D.B: Fethiye Teyzem Beykoz´daki evinizi sattığınıza çok üzüldünüz gibi geldi bana ne dersiniz?
Fethiye Düzgit: Çok üzüldüm, mahallem güzel, manzara güzel, evim güzel. Bir taraf çamlık, bir taraf deniz. Beykoz korusu. Ama Allah´a çok şükür iki tane evlat verdi Allah bana. İkisi de fevkalade. Gelinler ondan fevkalade. Hakikaten fevkalade.
M.B: Uzun yaşamın sırlarını sizden öğrenebilir miyiz?
Fethiye Düzgit: Kolay sinirlenmeyin, öfke ve sinirle değil her şeye sevgiyle yaklaşın, bir de az yemek yeyin, saatinde uyuyun. İnsanların hep iyi yönlerini görün onu tavsiye ediyorum size. Kötü şey görünce sen de kötüleşiyorsun. Sizlere tavsiyem hayatı sevin, kötü insanlardan kaçının. Baktınız eğer anlaşamıyorsanız yavaş yavaş uzaklaşın, darılmayın da. Sinirlenirsiniz, hasta olursunuz o gece, yüreğiniz sıkılır.
S.D.B: Bir gününüz nasıl geçmekte?
Fethiye Düzgit: Hint filmi ve güzel olan filmleri izlerim. Geceleri açık oturumları hiç kaçırmam. Siyaseti de çok severim.
BİZDE KALANLAR
Ana Kraliçe edası ile, zarafetinden hiçbir şey kaybetmemiş. Başında, nur yüzünü çerçevelemiş ince krep örtüsü, elinde zarif pembe tespihi, koltuğunun konforunda karşıladı bizi Fethiye Hanım. İki oğlu, gelini ve yardımcısı ile huzurlu bir hali vardı. Parmaklarındaki damla şeklindeki elmas yüzüğü ve diğer markazit yüzüğünü de öyle güzel taşıyordu ki, kadın yüz yaşını geçse de kadındır diye düşündürüyordu bizi. Düzgün İstanbul Türkçesi ile kelimelerin üstüne basa basa kendinden ve ne söylediğinden emin olarak inanılmaz etkileyici bir üslupla sohbet etti bizimle. Cumhuriyet Kadını olarak aile ve meslek hayatını, entelektüel birikimini ve yaşam tecrübelerini bizimle paylaşırken titreyen elleri miydi, yüreği miydi? Bilemiyoruz, ancak içtenliği ve samimiyetine mi, bu yaştaki farkındalığına mı, yoksa hala hayatın içinde ben de varım diyerek yaşama bağlılığına mı hayran kalacağız? Üzerinde beş nesil yetişmiş antika koltuklar, oyma bacaklı mermer sehpalar, duvardaki tablo ve geçmişten günümüze karelerin olduğu fotoğraflarla donanmış salonda Fethiye Hanımın bir asırlık hayatını ve anlattıklarını hayranlıkla dinlerken oluşmuş olan bu röportajdan umarım siz de bizim kadar keyif almışsınızdır. Değerli hanımefendi ve ailesine sağlıklı, huzurlu günlerde tekrar görüşmek dileği ile evden ayrılırken doğum günü pastasının tadı kadar damağımızda kaldı Fethiye Hanımın sohbeti.
*************FOTO Altları NOTLAR*****************
Eski FOTO1: Hamdi-Fethiye Düzgit çifti
Eski Foto2: 1944 yılı düğünden bir kare
![]() |
![]() |
![]() |
![]() |
|||||
|
|
![]() Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır. Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım. |